Category: Pediatrik Rehabilitasyon

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Serebral Palsi Rehabilitasyonu

Serebral Palsi Nedir?

Serebral Palsi; doğum öncesinde, doğum sonrasında veya doğum sırasında merkezi sinir sisteminin hareket işlev alanında meydana gelen hasarlanma sonucunda ortaya çıkan klinik tablodur. Çocuklarda %80 oranında aşırı kasılmalarla seyreden, vücudun çeşitli bölgelerindeki kasların gevşeyememesi ile oluşan karakterize, spastik tip, daha az sayıda da olsa kasların gevşek olduğu hipotonik tip veya istem dışı, amaca yönelik olmayan hareketlerle seyreden distoniatetoz tip şeklinde de görülebilir.

Serebral Palsi Nedenleri Nelerdir?

Hamilelik Dönemindeki Nedenler: Annenin kontrol altına alınamayan bazı kronik hastalıkları (tansiyon, şeker, guatr gibi), annenin geçirdiği bazı enfeksiyon hastalıkları, sürekli kullanmak zorunda olduğu bazı ilaçlar bebeğin sağlığını etkileyebilir.

Doğum Sırasındaki Nedenler: Bebeğin boynuna kordon dolanması veya doğum eyleminin normalden uzun sürmesi gibi sebeplerle beynin oksijensiz kalması, erken doğumlar (özellikle 32. haftadan önce), düşük ağırlıklı bebekler (1500 gr altında) gibi nedenler.

Doğum Sonrası Nedenler: Beyin/beyin zarı iltihabı, beyin kanaması, uzun süren ve yüksek seviyede seyreden yeni doğan sarılıkları, Serebral Palsi’nin doğum sonrasındaki oluşum sebepleri arasında sayılabilir.

Serebral Palsi Rehabilitasyonu Nasıl Olmalıdır?

Serebral Palsi rehabilitasyonunda başarı için hareket sistemi ile ilgili problemin belirlenmesi ve fizik tedavi rehabilitasyon metodlarının planlanıp doğru uygulanması önemlidir. Aşırı kasılma görülen kasların gevşemesine yeterince kasılamayan gevşek kasların kasılmasına yardımcı olmak, denge ve koordinasyon yeteneklerinin artırılmasını sağlayarak, maksimum hareketliliği ortaya çıkarmak fizik tedavi ve rehabilitasyonun amacıdır.

Fizik tedavi ve rehabilitasyona erken dönemde başlamak çok önemlidir. Anormal duruş reaksiyonlarının ve anormal kasılmaların gelişmesinin önlenerek normal kasılmanın geliştirilmesi, eklem hareket kısıtlılığı ve deformite gelişimini engellemek, çocuğa beslenme, giyinme gibi kendine bakım aktivitelerinde fonksiyonel bir hareket kazandırmak erken dönem tedavinin amaçlarıdır. Tüm bu faaliyetler yavaş gelişmeyle de olsa yaşam kalitesini olumlu yönde etkiler.

Tedavinin temel amacı; tüm bilgilerin bütünleştirilmesinin sağlanarak doğru motor yanıtın oluşması için beyne yardımcı olmaktır.

Serebral Palsi Rehabilitasyonunda Neler Yapılır?

Serebral Palsi tedavisi bir ekip işidir. Çocuk hastalıkları uzmanı, çocuk nörolojisi uzmanı, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı, fizyoterapist, ergoterapist, diyetisyen ve psikologdan oluşan bir ekip çocuğu yakından izlemeli, operasyon gerekliliği ortaya çıkarsa ortopedi ve beyin cerrahı devreye girmelidir. Ekibin çalışmalarının odak noktası aile olmalıdır. Aile ne kadar bilinçli, sabırlı ve gayretli olursa bebeğe en az tıbbi ekip kadar fayda sağlayacaktır.

Rehabilitasyonda duyu bütünleme terapisi de önemli rol oynar. Günlük yaşam aktivitelerimizde ve çevremizle olan ilişkilerimizde vücudumuzu etkili bir biçimde kullanmamız için beynimiz çevreden gelen duyuları organize eder. Beyin felci geçiren çocuklarda bu organizasyonu yapmak ya çok güçtür ya da mümkün değildir. Duyu girdisi ve motor yanıt akışındaki bozukluktan kaynaklanan bu durumu düzeltmek için uygulanan duyu bütünleme terapisi rehabilitasyonun ayrılmaz bir parçası olmalıdır.

Rommer Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde Serebral Palsi’li çocuklarımızın fizik tedavisi ve rehabilitasyonu başarı ile uygulanır. Robotik Rehabilitasyon ve Duyu Bütünleme Terapisi konusunda uzmanlar tarafından uygulanmakta ve bu başarı oranını artırmaktadır.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Hidrosefali Rehabilitasyonu

Hidrosefali, aşırı miktardaki beyin omurilik sıvısının, (BOS) genişlemiş serebral ventriküller ve subaraknoid boşlukta birikmesi ile seyreden bir hastalıktır. 

BOS, başlıca beyinde, koroid pleksus denilen yapıda üretilen bir sıvıdır. BOS’un geri kalan kısmı ise serebral doku tarafından yapılır. 

BOS önce beyindeki boşluklar sistemine (ventrikül), oradan da beyin zarı altındaki sisteme (subaraknoid mesafe) geçerek, tüm bu bölgelerdeki sinir hücrelerinin beslenme ve sıvı ihtiyaçlarını karşılar. 

Çocuklarda Hidrosefali Nedir? 

Hidrosefali, kelime itirabiyle beyinde aşırı su birikmesini ifade etmektedir. Çocuklarda başın aşırı derecede büyümesi ile dikkati çeken bir durumdur. Beyin omurilik sıvısı (BOS) beyin ve omuriliği sarsıntılara karşı korur. Ayrıca BOS, kan bariyeri denilen bir mekanizma ile kandaki zararlı maddelere karşı koruyucu kalkan görevi görmektedir.

BOS sürekli yapılıp emilerek beyin ve omurilikten uzaklaştırılan bir sıvıdır. Dolaşımını tamamladıktan sonra emilerek toplardamarlardan dolaşıma geçer. Dolayısıyla yapım ve boşaltım esnasında oluşabilecek engel veya anormallik hidrosefaliye neden olacaktır. Hidrosefali, kafatası içindeki BOS yapımı ve emilimi arasındaki dengesizlik sonucu oluşur. 

Çocuklarda Hidrosefali Neden Olur? 

Çocuklarda hidrosefali her zaman artmış kafa içi basıncı artış sendromu (KİBAS) ile ilişkilidir. 

  • Koroid pleksus’da BOS yapımında artış meydana gelmesi,
  • BOS’un emiliminde yetersizlik,
  • BOS’un izlediği yol boyunca herhangi bir yerde meydana gelebilecek tıkanıklık, doğuştan darlık vb. sonucu artan BOS miktarı nedeniyle kafa içi basıncı artacaktır.

Çocuklarda Hidrosefali’nin en sık nedeni BOS dolaşımında meydana gelen bozukluktur. Bunun sonucu olarak fazla miktarda BOS serebral boşluklarda birikir. Daha az sıklıkla ise emilim yetersizliği sonucu oluşur. KİBAS çok artmadıkça, BOS üretim miktarları fizyolojik sınırlar içerisinde kalmaya devam edecektir. 

Obstrüksiyonun üst tarafındaki beyin boşluklarında genişleme meydana gelir. Bunun sonucu olarak da beyin dokusunda hasar oluşur. Bebeklikte hidrosefali kranial sütürler kapanmadan gelişirse, baş çevresinde belirgin artış olacaktır.Bu nedenle kafa içi basıncı fazla yükselmez ve beyin dokusu hasarı nispeten daha az olur. 

Şayet hidrosefali, sütürler kapandıktan sonra veya akut olarak meydana gelmişse, ciddi bir KİBAS meydana gelecek ve beyin dokusundaki hasar da artacaktır. 

  • Hidrosefali 0-2 yaş arasında doğumsal (en sık bu şekilde oluşur, sadece doğumsal hidrosefali şeklinde olabileceği gibi başka sendromlarla birlikte de eşlik edebilir) ve beyin içi kanamalar sonucu görülmektedir. 
  • Çocuk ve yetişkinlerde ise; beyin enfeksiyonları, beyin kanaması, kafa travmaları ve beyin tümörleri sonucunda görülmektedir. 

Çocuklarda Hidrosefali Belirtileri Nelerdir? 

Yaşa ve kişiye göre değişmekle birlikte ilk iki ayda; 

  • Başın normalden fazla büyümesi, 
  • Kafa derisinin incelmesi,
  • Kafadaki damarların belirginleşmesi, 
  • Kusma,
  • Gözlerin aşağıya kayması,
  • Havale geçirme gibi belirtiler ön plandadır. 

Daha ileri ay ve yaşlarda bu belirtilere ilave olarak bulantı, kusma, görme bozuklukları, duyu hareket bozuklukları gibi daha farklı şikayetler ortaya çıkacaktır.

Beyin sapının etkilenmesi sonucu hayati bulgular(solunum, yutma vb gibi) olumsuz etkilenebilir. Yavaş nabız, sistemik hipertansiyon, solunum bozuklukları gibi değişiklikler meydana gelebilir. 

Çocuklarda Hidrosefali Nasıl Teşhis Edilir? 

Hamilelik esnasında yapılan prenatal ultrason incelemesiyle hidrosefali tespit edilebilir. Doğum sonrasında seri kafa çevresi ölçümleri yapılmalı, ön fontanel kapanmadan ultrason incelemesine öncelik verilmelidir. Ultrason ile lateral ventriküller başarılı şekilde görülebilse de posterior fossa görülemez. Ön fontanel kapandıktan sonra, tanıda ultrasonun yerini, BT veya MR gibi görüntüleme yöntemleri almalıdır.

Çocuklarda Hidrosefali Nasıl Tedavi Edilmelidir? 

Çocuklarda Hidrosefali’nin ilaçla tedavisi mümkün değildir. Altta yatan nedene yönelik cerrahi tedavi yöntemleri tercih edilmektedir Bu nedenle BOS’un beyinden, vücut içindeki başka bir bölgeye şant(kanal) konarak aktarılması gerekecektir. Bu operasyon, ince bir kateter ile gerçekleştirilir. Ancak, BOS sürekli üretildiği için şant sisteminin de sürekli çalışır vaziyette ve açık olması gerekir. Şant tıkanabilir mikroplarla enfekte olabilir.

Çocuklardaki Hidrosefali’de Rehabilitasyon Nasıl Olmalıdır? 

  • Etkilenen bölgedeki kasların kuvvetini arttırmak, bunun içinde kişiye özel terapi uygulamak gerekir. 
  • Denge ve koordinasyonun artırılmasına yönelik çalışmalar uygulanmalı, günümüz teknolojisinde robotik rehabilitasyon ile denge arttırılarak yürüme eğitimi yapılmalıdır. 
  • Ergoterapi, kişinin günlük yaşama adapte olmasını sağlayan bir yöntemdir. Aynı zamanda verilen duyu bütünleme eğitimi ile kişinin fonksiyonlarının kazanmasında yardımcı olunur.

 

 

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Spina Bifida Rehabilitasyonu

Spina Bifida Nedir? 

Spina Bifida; ayrık veya açık omurga anlamına gelir. En sık görülen doğuştan olma hastalıklarından birisidir. Bebek sırtında bir açıklıkla doğar. Açıklığın bulunduğu yere bağlı olarak değişik derecelerde felçler ortaya çıkabilir. Açıklık ne kadar yukarıda ise, felç daha ağır olacak anlamına gelecektir. Bu nedenle bazı spina Bifidalı hastalar daha az yardımcı cihaza ihtiyaç duyarken (bazıları hiç kullanmazlar), bazıları ise tekerlekli sandalye kullanmak durumunda bile kalabilmektedir. 

Etkilenen kaslar sadece hareket etmeyi sağlayan kaslar olmayabilir. İdrar ve dışkı kontrolünü sağlayan kaslarda, birçok hastada olaya katılabilirler. 

Spina Bifida’lı hastaların %85’inden fazlasında beyinde sıvı toplanması (büyük kafa) görülür. Bebeklerde kafa kemikleri henüz sertleşmediği için, baş büyüyerek basıncı düşürmeye çalışır. Bu nedenle henüz beyinde hasar oluşmadan hidrosefaliye müdahale edilirse genellikle spina Bifidalı çocukların zeka düzeylerinde etkilenme olmayacaktır.

Spina Bifida Neden Olur? 

Spina Bifida; anne karnında hamileliğin ilk ayında oluşan bir anomalidir. Bebeğin omurgası şekillenirken tam olarak kapanmaz ve bu nedenle halk arasında ‘’ayrık omurga hastalığı’’ olarak bilinen tablo ortaya çıkar. Neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. 

Spina Bifida’da sinirler ve zarlar açık kalan omurların arasından çıkarak, bebeğin sırtında bir yumru oluşturur. 

Öncelikle folik asit eksikliği suçlanmaktadır. Bu nedenle gebe kalma ihtimali olan kadınlar ve gebelerde önlemi alınmalıdır. 

Spina Bifida beyazlarda daha yaygın, kadınlarda daha sıktır. Ailede spina Bifida olanlarda görülme sıklığının daha fazla olması kalıtsal nedenleri de akla getirmektedir. Spina Bifidalı bebek doğuran annenin, oluşabilecek sonraki gebeliklerinde tekrar spina Bifidalı bebek doğurma riski %15 dir. Valproik asit gibi epilepsi hastalığında kullanılan bazı ilaçların Spina Bifida’lı bebek doğurma riskini arttırdığı söylenmektedir. 

Spina Bifida’nın Kaç Türü Vardır? 

Spina Bifida; gebeliğin ilk 3 haftasında oluşur ve görülme sıklığı yaklaşık %0.15-0.3’tür. Hastalığın şiddeti ve yol açtığı sorunlara göre üç çeşidi bulunsa da, Spina Bifida denilince akla ilk önce en ağır tipi olan myelomeningosel gelmektedir. 

  • Spina Bifida Okülta; hastalığın en sık görülen ve en hafif formudur. Birçok insan hastalığın farkında bile değildir. Sıklıkla başka amaç için çekilen bir film sonucu fark edilir. Omurgadaki kemiklerin ufak bir kısmı açıktır ve kapalı spina Bifida olarak da adlandırılır. Genellikle herhangi bir rahatsızlığa neden olmaz ve ameliyat gerektirmez. 

Nadir durumlarda omurilik sıkışıp gerilebilir. Bunun sonucu olarak da bacak hareketlerinde zayıflık ve idrar kaçırma meydana gelebilir. Buna gergin omurilik sendromu denir. 

  • Meningosel; Spina Bifida’nın en nadir türüdür. Kese şeklinde dışarı çıkan bu kısımda sinirler bulunmadığı için ciddi problemlere neden olmaz. Bazı bebeklerde mesane ve bağırsak problemleri, nadiren de hidrosefali görülebilir. 
  • Myelomeningosel; Spina Bifida’nın en ciddi ve sık görülen türüdür. Omurga kemikleri arasından çıkan kese, omurilik sinirlerini de içerir. Bunun sonucu olarak da kısmi felçler, yürüme zorluğu, hidrosefali, idrar/dışkı kaçırma, ileri böbrek yetmezliği, skolyoz gibi birtakım problemlere neden olabilir. 

Spina Bifida’nın Belirtileri Nelerdir? 

Tutulan bölge, omurilik zarları ve sinirlerinin olaya iştirak etmesi, klinik belirtileri belirleyecek unsurlardandır. 

Spina Bifida Okülta’da genellikle belirti yoktur. Bazen anomali bölgesinde anormal bir saç tutamı, küçük bir çukurluk veya doğum lekesi gibi defektin üzerinde gözle görülebilir bulgular bulunabilir. 

Meningosel’de omurilik etrafındaki zarlar, omurgada bulunan açıklıktan dışarı doğru taşarlar. Kese sadece sıvı içerdiği için nadiren hidrosefali, seyrek olarak da mesane ve bağırsak problemlerine neden olabilir. 

Myelomeningosel’de ise, omurilik kanalı sırtın alt veya orta bölümünde, birçok omur boyunca açık kalır. Bu kesenin içinde hem omuriliği çevreleyen zarlar hem de omurilik veya sinirler vardır. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde yürüme problemleri, bacaklarda şekil bozuklukları ve mesane kontrolü gibi ciddi belirtiler ortaya çıkabilir. Hastalarda tutulan lokalizasyona göre belirtiler özellik gösterir. Kısmi felçler, yürüme zorluğu ve hidrosefali gibi tablolar görülebilir. 

Spina Bifida Nasıl Teşhis Edilir? 

Spina Bifida, amniyosentez, ultrason ve kan testi ile teşhis edilebilmektedir. Yapılan üçlü testte AFP (alfa feto protein) değerlerinin beklenenden yüksek çıkması Spina Bifida ihtimalini arttırmaktadır. 

Üçlü test gebeliğin 16-18. Haftasında uygulanır. Yine bu haftalarda yapılacak ayrıntılı ultrason testi ile Spina Bifida saptanabilir. Spina Bifida tanısı konduğunda, kafatası, omurga ve diğer organlar da ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir. 

Spina Bifida Nasıl Tedavi Edilir? 

Şayet Spina Bifida’lı bebeğin doğumuna izin verildiyse, genellikle doğum sonrası ilk 36 saat içerisinde opere edilmelidir. Operasyon ile sırttaki kese kapatılmalıdır. Hidrosefali gelişenlerde, beyindeki fazla sıvıyı kan dolaşımına boşaltmak amacıyla şant operasyonu denen drenaj sistemi uygulanmalıdır. 

Ameliyatlar çoğu zaman mevcut durumu korumak ve daha fazla problem çıkmasını engellemek için uygulanır. Hastaların operasyon sonrası tamamen iyileşmeleri mümkün değildir. Ancak Spina Bifida’lı hastalar tamamen sağlıklı bir hale gelemeseler bile, bağımsız yaşayabilmeleri mümkündür. 

Ameliyat sonrası dönemde bazı fizyoterapi yöntemlerinin uygulanması, özellikle bacak ve bel kaslarını kuvvetlendirme açısından faydalı olacaktır. 

Rehabilitasyonda kas kuvvetlendirme ve eklem sertleşmesini önleyici egzersizler (oturma, denge, yürüme egzersizleri) yaptırılmalıdır. Basınç yarasını önlemek için tedbirler alınmalı, bacak zayıflıklarını giderici ortez adı verilen cihazlar yaptırılmalıdır. Hastalarda idrar bozuklukları (idrarı tutamama ve yeterli boşaltamama) ortaya çıkabilir. Bu durumlarda düzenli olarak sonda ile idrar boşaltılmalıdır. Böbrek sağlığı açısından idrar enfeksiyonları ve idrarın böbreğe kaçmasına karşı dikkatli olunmalıdır. Hastalarda kabızlık da gelişebilir ve önlemi alınmalıdır.

Olay özellikle alt omurilikte olduğu için bacaklar ve ayaklarda felçler vardır. Ancak bu felçler sıklıkla gevşektir. Ancak hidrosefali oluşmasına bağlı olarak ellerde de kusurlar ortaya çıkabilir. Felç kasılı bir hal alabilir.

Bu çocuklar şişmanlamaya eğilimli oldukları için beslenmelerine dikkat edilmeli, gazoz, şeker, çikolata ve gofret gibi besinler verilmemelidir.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Muskuler Distrofi Rehabilitasyonu

Muskuler Distrofi Nedir? 

Muskuler Distrofi (MD) ilerleyici güçsüzlüğe ve kas kütlesi kaybına neden olan bir grup hastalığa verilen isimdir. Kas hastalıkları sıklıkla erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Konjenital muskuler distrofiler doğumdan itibaren belirti vermeye başlasa da, bu grubun diğer hastalıklarında belirtiler genellikle üç yaşından sonra başlar. 

Duchenne Muskuler Distrofi (DMD), doğuştan kas hastalıkları içinde en sık görülen grubu teşkil eder. Hastalık X kromozomu ile taşındığı için hastaların büyük çoğunluğunu erkekler oluşturur. Erkeklerde görülme sıklığı 1/3.500 olan bu hastalığın, kadınlarda görülme sıklığı milyonda birli rakamlarla ifade edilir. Günümüzde 30’dan fazla muskuler distrofi hastalığı tanımlanmıştır. Bu hastalıklar; 

  • Hastalığa neden olan genler, 
  • Etkilenen kaslar, 
  • Semptomların ilk ortaya çıkış yaşları,
  • Hastalığın ilerleyiş yaşına göre, farklılıklar gösterirler ve buna göre de sınıflandırılırlar.

Muskuler Distrofiler Neden Olur? 

Muskuler distrofiler, genetik olabileceği gibi, genlerde gelişen değişmeler sonucunda da oluşabilmektedir. Duchenne ve Becker kas distrofilerinde genetik olarak kasların beslenmesinden sorumlu olan distrofin adlı proteinin, sentezinde yetersizlik söz konusudur. Bu hastalıkta distrofin geni X kromozomunda taşındığı için, X’e bağlı olarak geçiş gösterir ve erkekler de çok sık görülür. 

Muskuler Distrofiler’de Belirtiler Nelerdir? 

Doğuştan kas hastalıklarında belirtilerin çoğunluğu, çocukluk ya da gençlik yıllarında ortaya çıkmaktadır. Sadece konjenital muskuler distrofiler doğumdan itibaren veya ilk 2 ay içinde başlar ve her iki cinste de görülebilir. Genel belirtiler; 

  • Parmak uçlarında yürüme 
  • Güçsüz kaslara sahip olmak, sık düşmek 
  • Kas kramplarının tekrarlaması
  • Kalkarken, merdiven çıkarken, koşarken ve zıplarken güçlük çekme 
  • Genelde kavisli bir omurgaya (skolyoza) sahip olmak. 

Muskuler Distrofiler içinde en sık görülen Duchenne muskuler distrofi (DMD), 3-5 yaşlarında belirti vermeye başlar. Bazen yürümeye geç başlama,kaslarda gevşeklik ve yürürken düşme gibi belirtilerle daha erken yaşlarda ortaya çıkabilir. Genellikle ilk bulgu boyun kaslarındaki zayıflamaya bağlı, yattığı yerden başı doğrultamamaktır. Sakarlık, düşme, akranlarıyla oyun oynayamama meydana gelir. Bu durum aileyi endişelendirir. Omuz ve kalça kaslarının tutulumu sonucu ördekvari, sallanmalı yürüyüş ortaya çıkar. Bu nedenle de ilk belirtiler özellikle yerden kalkarken, merdiven çıkarken, yokuş çıkarken zorlanmalar ve sık sık düşmeler olmaktadır. Çocuklar sıklıkla ellerini yere dayayarak ayağa kalkabilirler. 

Muskuler Distrofiler Nasıl Seyir Gösterir? 

Erken ortaya çıkan DMD dışında diğer doğuştan kas hastalıklarının çoğu 10-20’li yaşlarda başlar. DMD ise çocuklarda yavaş yavaş ilerler(kas kuvvetinde azalmalar oluşturarak) ve 7-12 yaşlarında tekerlekli sandalyeye muhtaç duruma getirebilecek düzeylere ulaşabilir. 

Bu kişiler gençlik yıllarında kollarını, bacaklarını ve vücutlarını hareket ettirebilmek için yardıma ihtiyaç duyabilirler. Hastaların çoğu 20’li yaşlarda solunum veya kalp ile ilgili nedenler dolayısıyla kaybedilir. DMD’de oluşan kas yıkımı hastada herhangi bir ağrıya neden olmaz. 

Muskuler Distrofiler’de Teşhis Nasıl Konur? 

Çocukların sık düşmeye başlaması ailelerin doktora müracaat etmelerine neden olur.

  • Kan testi; CK çok yükselir, genetik testler uygulanır 
  • Kas biyopsisi;kaslardaki değişmeleri gösterir
  • EMG; kas iletim ve kasılmasındaki bozuklukları gösterir 
  • Kas kuvvet ve refleks testleri tanıya yardımcı olur. 

Muskuler Distrofiler’de Tedavi Nasıl Olmalıdır? 

DMD’de henüz bir tedavi yöntemi yoktur. Hastalarda hareket kabiliyet sürelerinin biraz daha uzatılabilmesi için steroid ilaç, bazı cihazlar ve fizik tedavi denenebilir. 

Fizik tedaviye ilave olarak ergoterapi, konuşma terapisi ve pulmoner rehabilitasyonu gibi destekleyici yöntemler kullanılabilir. Egzersiz yorulma oluşturmayacak şiddette yapılmalıdır. Çocukları şişmanlatmamak için şekerli, unlu gıdalar, kola gibi içeceklerden uzak durmak gerekir.

Tedavide çocuğa, mutlu bir çocukluk yaşatmak hedef alınmalıdır. 

DMD hastalarında özellikle yatarken ayak bileklerinin aşağıya doğru bakmasını engellemek amacıyla ayak bileklerini de içine alacak şekilde özel bir askı giyilmelidir. 

DMD taşıyıcısı olduğu bilinen anneler genetik testlerden geçmelidir. Yeni gebeliklerde genetik testler yapılması sonucunda , fetusun DMD’li olup olmadığı büyük oranlarda anlaşılacaktır.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Tortikolis Rehabilitasyonu

DOĞUŞTAN BOYUN EĞRİLİĞİ (TORTİKOLİS) 

Tıp dilinde tortikolis de denen doğuştan boyun eğriliği, doğumsal kalça çıkığı ve pes ekinovarus deformitesinden sonra en sık görülen üçüncü konjental deformitedir. Görülme sıklığı %0.3-2 gibi geniş bir aralıkta olan tortikolis daha çok sağ tarafta görülmektedir. Kesin nedeni hala tartışmalı olan tortikoliste en kabul gören teoriler anne karnında sıkışma ve damarsal olaylardır. 

Doğuştan Boyun Eğriliği Nedir? 

Sternokleidomastoid kasında oluşan hafif kasılma sonucu , sanki bu kas sürekli şekilde kasılıyormuş gibi, bebeğin etkilendiği taraf yüz ve boyunda deformitesi gelişmesine, doğuştan boyun eğriliği denir.

Doğuştan Boyun Eğriliği Neden Olur? 

Nedeni tam olarak belirlenemeyen doğuştan boyun eğriliğinde bazı faktörler ileri sürülmektedir. Bunlar arasında; 

  • Rahim içinde sıkışma, 
  • Damarsal olaylar; muhtemelen doğum travması sonucunda kasta beslenme bozukluğu meydana gelmektedir,
  • Kompartman sendromu,
  • SKM kasının primer bozukluğu gibi nedenler ileri sürülmektedir. 

Tortikolisli hastalarının %30-60’ında zor doğum hikayesi saptansa da, sezaryenle doğan bebeklerde de tortikolis görülebilmektedir. 

Doğuştan Boyun Eğriliğinin Belirtileri Nelerdir? 

Bebek ilk görüldüğünde, tipik baş pozisyonu ile genellikle tortikolis tanısı konabilmektedir. Bebekte lezyonun olduğu taraftaki SKM kası kısaldığı için, boyun tutulan tarafa doğru yatık, yüz ve çene ise karşı tarafa doğru dönüktür. Etkilenen taraftaki yüzün yarısı sanki daha küçükmüş gibi görünmektedir. 

Doğuştan Boyun Eğriliği Nasıl Teşhis Edilir? 

Erken tanı için tüm bebeklerde baş boyun muayenesi ayrıntılı olarak yapılmalıdır. SKM kası elle muayene edilmeli, kitle, hemotom vs. olup olmadığı araştırılmalıdır. 

Hekimin yapacağı ilk gözlem muayenesi teşhis için yeterlidir. Ancak teşhisi desteklemek ve tortikolise neden olabilecek diğer faktörleri ekarte edebilmek amacıyla bazı radyolojik testler gerekebilir. En sık tercih edilen radyolojik yöntem ultrasondur.

 Kemik kırığı düşünülen olgularda düz servikal grafiler istenebilir.

 Kaslarda kalınlaşma, fibrozis gibi durumların varlığını değerlendirmek için ise MR iyi bir tercih olacaktır. Kas ve sinir denervasyonu düşünüldüğünde veya varlığı saptandığında ise EMG yapılarak ayırıcı tanıya gidilmelidir. 

Doğuştan Boyun Eğriliği Nasıl Tedavi Edilmelidir? 

Tedavi konservatif veya cerrahi olabilir. Tedavideki amaç

  • SKM kasının kısalmasını önlemek
  • Başı simetrik pozisyonda tutmak
  • İleride oluşabilecek kemiksel şekil bozukluklarının önüne geçebilmektir. 

Hastaların tedavisinde en önemli unsur ailenin eğitilmesi aşamasıdır. Sabırlı olunmalı, yapılacak hareket ve egzersizler tek tek gösterilmelidir. Bebeğin boyun rotasyonlarında herhangi bir kısıtlama saptanırsa fizik tedaviye daha erken başlanmalıdır. Tüm hastalarda tedaviye konservatif yöntemlerle başlanmalıdır. Tedavi aşamaları olarak; 

  • Pozisyonlama; tedavinin en önemli ayağını oluşturan ve aileler tarafından uygulanması gereken konservatif bir yaklaşımdır. Bunun için de iyi bir aile eğitimi verilmelidir. Pozisyonlamada bebeğin başı, SKM kasının kısa olduğu tarafın tersi yönünde olacak şekilde tutulmalıdır. Sesli uyaranlara yanıt vermesi sağlanacak şekilde boyuna pozisyon verilmeli, bebeğin baş hareketlerini kendisinin yapması teşvik edilmelidir. Bunun için görsel ve sesli uyaranlar kullanılmalıdır. Bebek kucakta taşınırken bir elle boyun altından desteklenmeli, ön kol hizasında tutulmalıdır. 
  • Eklem hareket açıklığı egzersizleri için boynun öne, arkaya, yana eğilme ve dönme hareketleri yavaş, nazik ve dikkatli bir şekilde uygulanmalıdır. 6 aydan küçük bebeklerde bu egzersiz programlarının tam uygulanmasıyla %76-97 gibi yüksek oranlarda, yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Egzersiz programı en az 1 yıl sürdürülmeli, hareketlerin yapılma sıklığı terapistlerce belirlenmelidir.
  • Boyun germe egzersizleri de benzer mantıkla uygulanmalıdır. Başlangıçta sert olan germe hareketleri zaman içinde yumuşayacaktır. Egzersiz süre ve sıklığı terapistin önerilerine göre olmalıdır. 

4 aylıktan büyük bebeklerde düzenli ev egzersiz programına rağmen 10 derecelik eğiklik devam ediyorsa, boyun için mutlaka tübüler tortikolis ortezi (tortikolis yastığı) kullanılmalıdır. 

Fasiyal asimetri gelişen, 6-12 aylık konservatif tedaviden fayda görmeyen, servikal lateral fleksiyonda 15 dereceden fazla, rotasyonda ise 30 dereceden fazla kısıtlığı olan hastalara cerrahi tedavi önerilmektedir. Cerrahi için uygun yaş aralığı 1-4 yaş arası olmalıdır.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Spinal Muskuler Atrofi (SMA) Rehabilitasyonu

Omurilik ön boynuz bölümünde yer alan, hareket sinirlerinin doğuştan olan kalıtsal bir hastalığıdır. Genetik geçiş gösteren Spinal Muskuler Atrofi (SMA) görülme sıklığı 1-2/10.000’dir. 

Spinal Muskuler Atrofi (SMA) Nedir? 

Spinal Muskuler Atrofi (SMA)’da, beyinden omurilik ön boynuz hücrelerine gelen ve istemli kasların çalışmasını sağlayan sinirsel uyarıya cevap yoktur. Çünkü, motor ön boynuz hücrelerinde genetik bir fonksiyon bozukluğu vardır. Dolayısıyla bu sinirlerden periferik (çevresel) kaslara uyarı gitmediği için, kaslar istemli olarak kasılamaz ve erime (atrofi) gerçekleşir. Tüm kol ve bacak kasları, gövde ve bazı solunum kasları bu hastalıktan etkilenir. 

Spinal Muskuler Atrofi (SMA) Neden Olur? 

Halk arasında ‘’gevşek bebek sendromu‘’ olarak bilinen SMA hastalığında motor sinir geninde (SMA geni) mutasyon vardır. Normal sağlıklı insanlarda motor nöron geni, kaslarımızı kontrol eden sinirlerin işlev görmesi için kritik önemde bir protein üretirler. Bu protein sayesinde sinirler güçlü olur ve beyinden gelen emirleri yerine getirir. Ancak, bu protein sentezlenemezse motor nöronlarında parçalanma ve harabiyet oluşur. Bunun sonucunda da kaslara sinyal gönderilemez. 

SMA’nın tüm tiplerinde temel özellik kas erimesinin eşlik ettiği kas zayıflığıdır. 

SMA Kaç Şekilde Görülür? 

SMA, başladığı yaş ve klinik belirtiler göz önüne alınarak 4 farklı tipte incelenmektedir. SMA belirtileri ne kadar erken aylarda ortaya çıkarsa hastalığın seyri de o kadar ağır olmaktadır. 6 ayın altında görülen SMA tip1, hastalığı en ağır seyreden formu gösterir. 

  • Tip1 SMA; hipotonik bebek olarak da adlandırılan en ağır tipi teşkil etmektedir. Hasta bebekte hareket azlığı yanında, baş kontrolü ve desteksiz oturma yoktur. Kol ve bacaklarda hareket olmasa bile, hastalarda göz teması mevcut ve işitme normaldir. Dünyadaki tüm bebek ölümlerinin en sık nedenlerden biri olan Tip 1 SMA’da, emme ve yutma zorlukları da sorun teşkil eder. Solunum kaslarının etkilenmesi sonucu sık solunum yolu enfeksiyonları gelişir. Buna bağlı olarak akciğer kapasitesi gittikçe azalır ve hasta bebekler solunum cihazına muhtaç hale gelirler. Prognozları iyi değildir.
  • Tip2 SMA; sıklıkla 6-18 ay arasındaki bebeklerde görülür. Gelişimi normal giden bebeğin birden akranlarına göre, gelişemediği ve hatta geriye doğru gittiği gözlenir. Bu hastalarda baş kontrolü mevcuttur ve tek başına oturabilirler. Ancak, yattıkları yerden oturma pozisyonuna geçemezler. Bu hastalar hiçbir zaman desteksiz ayakta duramaz ve yürüyemezler. Bu hastalarda da sık sık solunum yolu enfeksiyonları görülmekte olup, aynı zamanda omurga eğriliği gelişme riskleri de yüksektir. Nispeten ağır seyreden bir tablodur.
  • Tip3 SMA; 18 aylıktan büyük infantlarda başlayan formdur. Diğer iki tipe göre daha yavaş seyreder. Tanı konduğu ana kadar normal olan çocukta, kas güçsüzlüğüne bağlı yürümede zorlanma, sık düşme, merdiven çıkamama gibi belirtiler ortaya çıkar. Belirtiler ergenlik dönemine kadar olan sürede, herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir. Bu hastalar ayakta durup yürüyebilir ve solunum kaslarında etkilenme olmaz. Bu grup hastalarda skolyoz nispeten daha sık görülmektedir. İleri yaşlarda tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyabilirler. 
  • Tip4 SMA; erişkin yaşlarda görülen ve prognozu iyi olan tiptir. 

SMA’nın Belirtileri Nelerdir? 

Belirtiler hastalığın oluştuğu yaşa göre değişmekle birlikte kişiden kişiye göre farklılık gösterebilmektedir. Hastalığın tipine göre değişse de genel belirtiler; 

  • Motor gelişim eksikliğine yol açan kas zayıflığı ve güçsüzlük. Kuvvetsizlik genellikle simetriktir, sıklıkla omuz ve kalça çevresi gibi proksimal kasları tutmuştur. Bacak kaslarındaki zayıflık kollardan fazladır, 
  • Motor fonksiyon olarak yaşıtlarından geri kalırlar, 
  • Sık düşme, merdiven çıkmada zorluk, ayakta durma ve yürümede zorluk, 
  • Ellerde titreme, dil seyirmesi ,
  • Derin tendon reflekslerinde azalma, kaybolma (duyu korunmuştur),
  • Beslenme güçlüğü, yutma ve yutkunmadaki problemler nedeniyle aspirasyon riskinde artış,
  • Baş, bel kontrolünün sağlanamaması.

Hastalığın teşhisi genetik analiz ve EMG ile konabilir. Genetik analizde 5. Kromozomun uzun kolunda yer alan SMN (survivor motor nöron) genindeki anomalinin saptanması ile teşhis konur. 

SMA’nın Tedavi Yöntemleri Nelerdir? 

SMA hastalığının tedavisine yönelik çok geniş çapta araştırmalar devam etmektedir. 2016 yılında FDA’den onay almış ilk ilaç olan SPİNRAZA, çocuklarda hala tedavide kullanılmakta olup, bu ilaç sayesinde hastalarda görülen kayıplar azaltılabilmekte, hatta durdurulabilmektedir. 

İlaç tedavisinin yanında SMA’da uygulanacak rehabilitasyon programlarının çok faydalı ve olumlu etkileri olmaktadır. Rehabilitasyonda amaç; 

  • Mevcut durumun korunması, kötüye gidişin olabildiğince geciktirilmesi, 
  • Çocuğun bağımsızlığının arttırılması veya sürdürülmesi, 
  • Ailenin bakım yükünün azaltılması,
  • Eklem şekil bozukluklarının önlenmesi, 
  • Kasların korunması, 
  • Solunum yolların ait komplikasyonların giderilmesi, 
  • Sosyal yaşam içerisindeki rollerin ve yaşantının sürdürülebilmesi ve sağlanmasıdır. 

SMA hastalığı oluşturduğu patoloji ile ilişkili olarak yalnızca kas iskelet sistemini etkilememekte, bunun yanı sıra birçok ikincil problemi de beraberinde getirmektedir. Tedavi prensipleri bütüncül ve multidisipliner olmalı, her hasta kendine özel olarak ele alınmalıdır. 

SMA’nın etkileri göz önüne alınırsa, çocuklarda kas zayıflığına bağlı olarak ortaya çıkabilecek bazı problemleri engellemek için ortez kullanılması gerekebilir. Ayrıca bağımsızlığın desteklenmesi amacıyla çocuğun fonksiyonel durumuna uygun olarak yürüteç, tekerlekli sandalye gibi yürüme araçlarının kullanılması önerilir. 

Ailenin hastalık konusunda eğitimi, eklem ve kasları koruma amaçlı germe ve kuvvetlendirme egzersizlerinin tedavideki önemi unutulmamalıdır. 

SMA hastalığının rehabilitasyonunda ilk aşama, hastanın mevcut fonksiyonel durumunun değerlendirilmesidir. 3-6 ayda bir tekrarlanması gerekir. Çünkü, büyüme çağındaki çocuğun fonksiyonel durumu sürekli değişecektir. Büyümeye rağmen kaslarda yaygın olarak görülen zayıflık, hem kemik üzerinde hem de tendonlar üzerinde olumsuz etkiler oluşturacaktır. Sonuçta kemikte gelişme bozuklukları ortaya çıkacaktır. İyi gelişmeyen kalça eklemi buna örnektir. İki taraflı kalça çıkığı SMA olgularında sık rastlanan bir bulgudur. 

SMA olgularının eklemleri de oldukça gevşektir. Hastalığın erken döneminde eklem hareket sınırı beklenenin ötesine bile geçebilir. Bu durum omurga skolyozunu arttıran bir faktördür. SMA’lı hastalarda kas kuvvet kaybı, eklemlerde gevşeklik ve harekette kısıtlılık ve büyümeye bağlı kol ile bacaklardaki değişiklikler, fonksiyonları etkileyen başlıca unsurlardır. 

SMA’da Solunum Fizyoterapisi Nasıl Uygulanır? 

SMA’lı olgularda solunum kaslarının zayıflığı akciğerlerin havalanmasını azaltır. Bu durum sık akciğer enfeksiyonları ve hastalıklarının görülmesine yol açar. Öksürme ile ilgili kasların zayıf olması sonucu sekresyonların atılması zorlaşır. Yaygın kas zayıflığı olan çocuklarda aspirasyon riski de yüksek olacaktır. 

Küçük oral besinler, pipet kullanımı, beslenme sırasında başın dik tutulması ve çene desteği, az ve sık besleme aspirasyon riskini önlemede yardımcı olacak uygulamalardır.

Erken dönemden itibaren kas kuvvetinin geliştirilmesi, göğüs kafesinin esnekliğinin korunması, hareket sınırının arttırılması ve fiziksel fonksiyonların geliştirilmesi önemlidir. Rahat bir solunum için fizyoterapistler tarafından uygun pozisyonlar gösterilmelidir. 

Akciğer sekresyonlarının atılımında pozisyonlamayla birlikte çeşitli drenaj yöntemleri yararlı olacaktır. Hastalarda aspirasyonu engellemeye yönelik uygun postüral drenaj tedbirleri mutlak suretle alınmalı ve aileye bu konuda eğitim verilmelidir.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Riskli Bebek (Prematüre) Rehabilitasyonu

RİSKLİ BEBEK NE DEMEKTİR?

Gebelik döneminde, doğum anında ya da doğum sonrasında yaşanan problemler nedeniyle gelişim geriliği gösterebilecek bebeklere riskli bebek adı verilir. Riskli bebek grubuna genel olarak prematüre(erken doğan) bebekler, zamanında doğup düşük doğum ağırlığına sahip bebekler ve doğumdan sonra yeni doğan yoğun bakım ünitesinde bakılmaya ihtiyaç duyan bebekler dahil edilebilir.

 

Hangi bebeklere prematüre bebek denilmektedir?

Bebeğin 37 haftadan önce doğmuş olmasına prematüre bebek adı verilir. 34-36.hafta arası geç preterm, 32-33. Hafta arası orta preterm, 28-31.hafta arası çok preterm ve 28.hafta öncesi aşırı preterm olarak sınıflandırılır.

Düşük doğum ağırlığı ne demektir?

Doğum ağırlığının 2500 gramdan düşük olması düşük doğum ağırlığıdır. Bu ölçümün 1500 gramdan az olması çok düşük, 1000 gramdan az olması aşırı düşük doğum ağırlıklı bebekler olarak sınıflandırlır.

Riskli bebeklerde görülebilecek problemler nelerdir?

Yenidoğan döneminde, bebeğin oksijensiz kalmasına bağlı beyin etkilenimi (hipoksik iskemik ensefalopati),yenidoğan solunum güçlüğü(respiratuar distres), sarılık (hiperbiluribinemi), gözdeki damarlanmanın tam gelişmemesine bağlı göz problemleri(prematüre retinopatisi) görülebilir. Ayrıca prematüre bebeklerde %5-15 oranında serebral palsi gibi kalıcı nörolojik durumlar yaratan tablolar gelişebilir.
Riskli bebekler, motor, duyusal, kognitif ve sosyal gelişim basamaklarında gecikme açısından risk altındadır. Vücut kaslarında zayıflık, dönme, oturma, emekleme, yürüme gibi hareketlerin gecikmesi, erken dönemde emme-yutma becerilerinde eksiklik, ileri dönemde konuşmanın gecikmesi görülebilir. Riskli bebekler kendi kendini sakinleştirmede zorluk yaşayabilir, sıklıkla ağlayabilir, hareket etmekten kaçınabilir. Aşırı hareketlilik ya da çok fazla uyarana ihtiyaç duyma gibi duyusal problemleri olabilir.

Riskli bebekleri kim takip etmelidir?

Bebeklerin yukarıda belirttiğimiz tanımlamalara göre risk derecesi belirlenir ve bu dereceye göre, yenidoğan uzmanı, gelişimsel pediatri uzmanı, çocuk nörologu, özel eğitim uzmanı, ergoterapist, dil konuşma terapisti ve çocuk fizyoterapisti  ekip içinde olabilir.

Riskli bebeklerin nöromotor  gelişimi nasıl değerlendirilir?
Kurumumuzda, riskli bebeklerin nöromotor gelişimi, bebeklerin tipik gelişimini çok iyi bilen, bebeğin hareketlerini gözlemleyip analiz edebilen fizyoterapistler tarafından yapılır. Bebeklerin spontan hareketleri, pozisyon geçişleri (örneğin; sırt üstünden yüz üstüne dönme), hareket stratejileri (emekleme, popo üstü gitme, sürünme vb.), refleksleri, kas tonusu kapsamlı olarak incelenirse bebeğin tipik gelişimi veya tipik gelişimden sapmaları hakkında bilgi sahibi olunabilir. Bu değerlendirmelerin ışığında aileyle de fikir birliğine varılarak riskli bebeğin erken müdahale programına başlanır.

Erken müdahale programı ne demektir?
Erken müdahale programı, bebeğin mümkün olan en erken dönemde(mümkünse doğar doğmaz) başlayıp 24 aya kadar olan fizyoterapi yaklaşımlarını içerir. Çocuğun risk derecesine ve durumuna göre okul çağına kadar, nörolojik etkilenim varlığında daha da uzun süreler fizyoterapi programına devam edilebilir.

Fizyoterapi programlarında amaç; beynin kendini yenileme(plastisite) özelliğini kullanarak, tipik gelişim hareketlerinin kazanılması, çocuğun mümkün olan en bağımsız seviyeye ulaştırılmasıdır. Bu açıdan yaşamın ilk 2-3 yılı çok kıymetlidir çünkü beyin ve sinir gelişimi bu yıllarda çok hızlıdır dolayısıyla erken müdahale, tedavinin başarısını arttıracaktır.

Bebeklerde motor ve duyusal gelişimi desteklemek için dünya çapında en çok kullanılan yaklaşım bobath (nörogelişimsel) terapi konseptidir. Bobath konseptinde amaç; nörogelişimsel  bozukluğu olan çocukların mümkün olan en üst seviyede fonksiyonelliğinin kazandırılmasıdır. Bu amaçla bobath terapistleri, bebek için özelleşmiş terapilerin  yanı sıra, bebek için gerekli çevresel adaptasyonları sağlamak, bebek ile ailenin iletişimini artırmak, aileyi terapinin içine dahil etmek ve terapiyi tüm güne yaymayı öğretmek gibi hedefleri içeren bir müdahale programı oluştururlar. Bebek sürekli değerlendirilerek, ihtiyaçlarına göre bu program aralıklarla düzenlenir ve tedavinin etkinliği gözlenir.

Riskli bebeklerde değerlendirme ve erken müdahale programına nasıl ulaşabilirim?
Kurumumuzda olan bobath terapi ünitesinde riskli bebeklerde değerlendirme ve erken müdahale programı uygulanmaktadır. Riskli bebekler bobath terapi ünitesinde değerlendirilir ve bebeğe özel olan fizyoterapi programıyla gelişimleri desteklenir.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Brakiyal Pleksus Rehabilitasyonu

BRAKİYAL PLEKSUS YARALANMASI

Boyun bölgesindeki omurilikten çıkan sinir kökleri, 3 büyük dal halinde seyrederek koltuk altındaki boşlukta birleşerek, büyük bir sinir ağı oluştururlar.Brakial pleksus yaralanması da bu bölgedeki sinir ağının  lezyonları sonucunda meydana gelir. 

Brakiyal Pleksustan çıkıp kola giden sinirler omurilikten çıkarlar. Bu sinir ağında 4 büyük servikal (boyun) sinir kökü (C5-C8) ve birinci sırt (torakal) sinir kökü (T1) bulunur. Bu kökler birleşerek 3 ana dala ayrılır. C5-C6 köklerinden gelen dallar üst, C7 kökünden gelen dal orta, C8-T1 köklerinden gelen dallar ise alt büyük dalları oluştururlar.

Her büyük ana dal, bölümlere ayrılırak bir kısmı genel olarak kolu kıvıran ve yukarı kaldıran kasları (fleksör),  diğer kısımları ise kolu uzatan ve aşağıya indiren (ekstansör) kasları hareket ettirir.

Brakiyal Pleksus Yaralanması Nedir?

Beyinden omurilik yoluyla kola giden sinir ağının (Brakiyal Pleksus) herhangi bir nedenle  zedelenmesi sonucu, bu sinirin uyardığı kol kaslarında değişik derecelerde felç gelişmesine Brakiyal Pleksus yaralanması denir. Etkilenen sinir köklerine göre değişmekle birlikte kol kaslarından başlayan felçler, el parmaklarına kadar ulaşabilir. 

Brakiyal Pleksus Yaralanması Hangi Nedenlerden Olur?

Brakiyal Pleksus yaralanması sonucu değişik derecelerde gelişen felçler,  yenidoğan döneminde başlayıp sonrasında çocukluk dönemi ile yaşam boyu devam eden, uzun süre takip ve rehabilitasyon gerektiren bir durumdur. Bu yaralanmaların çoğu doğum esnasında olmaktadır. Ancak sezeryan ile yapılan doğumlarda da Brakiyal Pleksus yaralanması bildirilmiştir. En çok;

  • Doğum ağırlığının fazla olması, (özellikle  4 kg üstünde olması)
  • Zor ve uzamış doğum,
  • Doğumda vakum, forseps gibi yardımcı aletlerin kullanılması,
  • Omuz gelişi veya makat gelişi,
  • Annede yapısal darlıklar gibi birçok neden Brakiyal Pleksus yaralanmaları ve zedelenmesinden sorumlu tutulmaktadır.
  • Sinirlerde meydana gelen travmalar; 
  • Avülsiyon tipi ( periferik siniromurilikten itibaren kopmuştur)
  • Nöropraksi şeklinde (sinir çevresinde ödem oluşmuştur) veya 
  • Aksonotmezis (sinir kılıfı normaldir, sadece akson hasarı mevcuttur) şekillerinde oluşabilir.

 Sinir kopmasının geri dönüşü yoktur. Diğer zedelenme tiplerinde rejenarasyon mümkündür.

Brakiyal Pleksus Yaralanması Belirtileri Nelerdir?

Brakiyal Pleksus C5-T1 arası köklerden sinir liflerini aldıkları için, oluşacak felçler tutulan sinir seviyesine göre değişecektir. Genel olarak üç başlık altında incelense de, birbirlerine geçiş gösterebilmektedir. 

  • Üst trunkus (sinir kökü) tutulumuna Erb-Duchenne tipi felç denir ve en sık görülen tiptir. Bu tip yaralanması olan bebekler, omuzlarını hareket ettiremezler ve kollarını uzatıp döndürmekte zorlanırlar. C7 tutulumu olursa parmaklarda bahşiş isteme pozisyonunda kıvrılmalar meydana gelir. C4 tutulumu da tabloya eşlik ederse frenik sinirde etkilenir ve buna bağlı belirtiler de ortaya çıkar.
  • Alt trunkus (sinir kökü) tutulumuna Klumpke felci denir. İzole alt trunkus yaralanması nadirdir. Klasik tabloda kol, omuz ve dirsek hareketleri iyidir. Ancak  elde pençe deformitesi gözlenir. Bu tip hasarlanma sonucunda el ve bilekte güçsüzlük meydana gelir, ancak omuz ve kol hareketleri genelde korunmuştur. Alt trunkus tutulumunda nadiren sempatik servikal zincirde etkilenerek Horner sendromu meydana gelir.
  • Tam tutulum denen üçüncü tipine Erb-Klumpke de denir. Brakiyal Pleksusun üst, orta ve alt trunkusları (sinir kökleri) değişik derecelerde etkilenmiştir. Bu bebeklerde tutulum derecesine bağlı olarak değişmekle birlikte, tam motor ve duysal felçlerde gözlenebilir. Omuz, kol, el ve el bileği hareketlerinde güçsüzlük meydana gelir. Tam geliştiğinde arefleksi ve tam duyu kaybı gözlenir. Bu hastalarda %65 oranında Horner sendromu görülür. (Horner sendromu genellikle alt turunkus tutulumlarında, servikal sempatik zincirlerde etkilenme sonucu miyozis, pitozis, enoftalmus ve etkilenen yüzün yarısında terleme kaybıyla seyreden bir tablodur.)

Olguların %80’ nin de, ilk 3 ayda kendiliğinden iyileşme olur. Zedelenmenin şiddeti ve tutulumun derecesine göre farklılıklar göstermekle birlikte çeşitli klinik tablolar ortaya çıkacaktır. 

Brakiyal Pleksus Yaralanması Teşhisi Nasıl Konur?

Hastanın klinik bulgularının yanında, radyolojik olarak yüksek rezolüsyonlu MR görüntüleme tekniği en iyi tanısal seçeneklerdendir. Bu test sayesinde yumuşak doku çok daha iyi görülecektir. Direkt radyolojik çalışmalar ile klavikula ve humerus gibi kemik yapıdaki kırıklar saptanabilir. 

Sinir, kas hasarını anlamak için ise EMG çok değerli tanı yöntemidir. Yaralanmalardan iki-üç hafta sonra uygulanmalıdır. Zedelenmenin lokalizasyonu ve derecesi hakkında bilgi verecektir.

Brakiyal Pleksus Yaralanması Nasıl Tedavi Edilir?

Tanı konduktan sonra en iyi sonucu elde etmek için bir ekip halinde yaklaşım uygulanmalı ve hasta buna göre değerlendirilmelidir. Tedavi ekibinde en başta aile olmak üzere çocuk, fizik tedavi, ortopedi ve nöroloji uzmanları ile fizyoterapistler olmalı, uygulanacak tedavi yöntemleri ortak kararla alınmalıdır.

Konservatif tedaviden cerrahi girişimlere kadar değişebilen, pek çok farklı tedavi yaklaşımları olabilir. Başlangıçta fizyoterapi ve ergoterapi gibi konservatif tedavi yöntemleri denenmelidir. Başarı elde edilirse nörolojik fonksiyonlar tamamen normale dönene kadar veya fonksiyonlarda bir platoya ulaşıncaya kadar tedavi devam ettirilmelidir. Konservatif tedavide  rehabilitasyonun amaçları;  pasif eklem hareketini , eklemlerin esnekliğini ve kas kuvvetini koruyarak iyileşme beklenen dönemlerde, kontraktür  gelişmesini önlemektir.

  • Etkilenen kolda eklem sertliğini azaltmak
  • Aileye etkilenen kolun pozisyonlanması hakkında bilgi vermek
  • Etkilenen kolun aktif kullanımını sağlamak
  • Bebeğin kol hareketlerini arttırıp güçlendirmektir.

Brakiyal Pleksus yaralanmasında cerrahi endikasyonlar ve zamanlama konuları her zaman tartışmalı olmuştur. Pek çok merkeze ve cerraha göre oldukça farklılıklar gösterebilmektedir.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Bobath Rehabilitasyonu

Bobath Terapisi nedir?

Bobath Terapisi çocuk ve yetişkin rehabilitasyonunda kullanılan, bilimselliği ve etkinliği yüksek, dünyada en çok tercih edilen fizyoterapi yöntemlerinden biridir.  Özellikle Serebral Palsi’de eşlik eden problemlerin varlığı ne olursa olsun uygulanabilir. Ayrıca hareket bozukluğuna, duyusal ve motor gelişim geriliğine sebebiyet veren diğer tablolarda da yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bobath terapisinin temelleri 1940’lı yıllarda fizyoterapist Berta Bobath ve nörofizyolog eşi Karol Bobath tarafından atılmıştır. Günümüzde hala bilimsel çalışmalarla güncellenerek yaşayan dinamik bir tedavi yöntemidir.

Bobath Terapisi’nin amacı nedir?

Bobath terapi her çocuğa özel olarak planlanır. Terapinin temel amacı çocuğun fonksiyonel kapasitesini arttırmak, kendisinin yapabileceği aktiviteleri çeşitlendirmek ve onu bu yönde cesaretlendirmektir. Bu sayede çocuğun çevresine adaptasyonu artacak, insanlar ile iletişimi güçlenecek ve hayatının her yönünde olabileceği maksimum bağımsızlık seviyesine ulaşacaktır.

Bobath Terapisi’nin temeli nedir?
Bobath terapi esas olarak merkezi sinir sisteminin üzerine yoğunlaşmaktadır. Beynin kendini yeniden yapılandırma (nöroplastisite) özelliğinden yararlanılır. 

Çocuğa oturma, yürüme vb. bir hareketi öğretmekten ziyade, çocuğun bu hareketi neden yapamadığına yönelik çok iyi bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu hareketin uygulanabilmesi için uygun ortam hazırlanarak direk aksiyona geçilmelidir. 

Bobath Terapisi’nde kullanılan teknikler nelerdir?
Bobath terapi bireye özel olduğu için öncelikle merkezi sinir sisteminin etkilenme derecesi ile çocukta oluşan motor fonksiyon bozukluklarının analizi yapılır. Çocuğun fonksiyonel sınırlarına karar verilir. Bu analiz sonucunda aile ile birlikte terapideki kısa ve uzun vadeli hedefler belirlenir.  Terapi kısmında özel terapötik tutuşlar, pozisyonlamalar, stimülasyon ve fasilitasyon teknikleri kullanılır. Bu tekniklerle anormal kas tonusunu düzenlemek, çocuğa normal hareket hissini vermek, çocukta doğru hareketi açığa çıkarmak amaçlanmalıdır.

Bobath Terapisi’ni diğer yöntemlerden ayıran yönler nelerdir?
Bobath terapide çocuğun aktif katılımı konseptin en güçlü yönlerinden biridir. Seansların zenginleştirilmiş bir ortamda oyun aktiviteleri içerisinde gerçekleştirilmesi çocuğun hem katılımını sağlar hem de hareketi yapabilmesi için gereken motivasyonunu arttırır. Çocuklar oyun oynayarak öğrenirler.

Terapinin diğer bir güçlü yönü ise aile odaklı olmasıdır. Ev ve okul düzenlemeleri çocuğa uygun olmalı, bu durumun nedenleri aileye detaylı olarak anlatılmalıdır. Seanslardaki amaçlar doğrultusunda aileye evde yapabilecekleri aktivite şekilleri önerilmelidir. Çocuğun bağımsızlığını arttırmaya, vücut dizilimini korumaya  yönelik ortotik destekler ve yardımcı cihazlar ile tedaviye devam edilir. Yapılacak sonraki kontrollerde değerlendirmeler süreklilik içinde olmalıdır.

Bobath terapisi kim tarafından uygulanır?

Bobath terapisi,  pediatri alanında çalışıp çocuklar için özelleşmiş ve eğitimini başarıyla tamamlayarak ‘’Bobath terapisti’’ ünvanı alan fizyoterapistler, ergoterapistler ya da dil konuşma terapistleri tarafından yapılır.


Bobath Terapisi’ne nasıl ulaşabilirim?

Çocuğunuzda nörolojik ve gelişimsel gerilik, hareket etme güçlüğü gibi problemler varsa Bobath Terapisi’nden yararlanmak için Rommer International Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezimize başvurabilirsiniz.  Merkezimizde konusunda uzman Bobath fizyoterapistleri tarafından bebeklere ve çocuklara yönelik değerlendirme ve Bobath terapi desteği verilmektedir.

19 May 2020 by rommer 0 Comments

Pediatrik Rehabilitasyon İlkeleri

Pediatrik Rehabilitasyon Nedir? 

Pediatrik rehabilitasyon çocuklardaki mevcut kapasitenin ortaya çıkarılarak geliştirilmesi, saptanan rahatsızlıkların rehabilite edilmesi, çocuğun olabilecek en üst seviyede bağımsız yaşaması amacıyla uygulanan değişik tıp ve tıp dışı uzmanlıkların uyumlu ve tamamlayıcı çalışması ile ortaya çıkan bir tedavi şeklidir.

Pediatrik rehabilitasyonda çocuk bakımı ile rehabilitasyon birleştirilerek çocuğun günlük işlerini daha kolay yapması sağlanır. Aynı zamanda da bu özelliklerini geliştirmesi hedeflenir. Tedaviye erken başlanması başarı şansını artırır. Hedefler gerçekçi olmalı, yaşa uygun olarak önce başı dik tutma, sonra oturma, emekleme, yürüme, el kavraması gibi fonksiyonların sırayla kazanılması amaçlanmalıdır. Sonrasında eğitim, sosyal beceriler, uyum ve kişisel bakım çalışmaları yürütülmelidir.

Pediatrik Rehabilitasyon Kimler Tarafından Uygulanır? 

Pediatrik rehabilitasyon gelişmiş ülkelerde ayrı bir disiplin olarak kabul edilmekte ve eğitim programları da bu prensipler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde ise, bu alanda yeterli uzmanlaşmanın olmaması ciddi manada yetişmiş eleman sıkıntısı çekilmesine neden olmaktadır.

Pediatrik rehabilitasyon, bu konuda özel eğitim almış bir hekimin liderliğinde gerçekleştirilmelidir. Kurulacak ekipte bu konuda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip yardımcı sağlık personeli da yer almalı, bunlar arasında fizyoterapist, hemşire, ortez / protez teknikeri, ergoterapist, sosyal hizmet uzmanı, çocuk gelişimi uzmanı, çocuk psikoloğu, özel eğitim uzmanları olmalıdır. 

Pediatrik Rehabilitasyon’un Erişkinden Farkları Nelerdir? 

Pediatrik rehabilitasyon, sadece hastalık bazlı bir uzmanlık alanı değildir. Çocuk hastalarda büyüme ve gelişmenin devam etmesi, bu gelişmenin fiziki ve ruhsal olması yani çocuğun minyatür bir erişkinden daha fazlası olması, bu uzmanlık dalını genel fizik tedavi ve rehabilitasyondan ayıran en önemli özelliklerdendir.

Çocukluk çağında karşılaşılan ve rehabilitasyon gerektiren pek çok nörolojik, ortopedik ve romatolojik hastalıklar vardır. Hasta takip ve tedavisinde uygulanan işlemler temelde benzerlik gösterse de, gerek fiziki şartlar gerekse hastaya yaklaşım ve uygulamalar açısından oldukça farklı tedaviler söz konusu olmaktadır.

Rutin sağlıklı çocuk muayene uygulaması ihmal edilmemelidir. Bu muayenede büyüme parametrelerinin izlenmesine, beslenme ve özellikle de aşılamaya dikkat edilmelidir. Daha ağır etkilenmiş olan çocuklar, sorunlarının büyüklüğü nedeniyle gözden kaçarak, sağlıklı çocuk aşılarını yaptırmayabilir.

Engelli bir çocuğun tedavisinde iletişim isteği göstermesi ve bunu başarabilmesi en önemli önceliklerdendir. Bu çocuğun fiziksel bozukluğuna yoğunlaşmak yerine, öncelikle çevresiyle iletişim halinde olması sağlanmalıdır. Gereken basit ve modern araçlardan faydalanılarak bağımsız hareket etme yetisinin sağlanması önemlidir.

Kendine bakım aktivitelerinde uygun hedefleri belirleme en önemli noktadır. Engelli bir yetişkinde mesleki rehabilitasyon ne kadar önemli ise, engelli çocukta da özel eğitim o kadar önemlidir.

Normal bir çocuğun ebeveyni olmak yeterince zorlu bir deneyim iken, engelli bir çocuğun ebeveyni olmak daha da zordur. Dolayısıyla bu ebeveynler engelli çocuğun bakımında yardıma, rehberliğe ihtiyaç duyarlar.

Pediatrik Rehabilitasyon Kimlere Uygulanmalıdır? 

Pediatrik rehabilitasyon kapsamı içinde pek çok hastalık yer almaktadır. Bunlar arasında; 

  • Doğumsal nedenlerden dolayı meydana gelen mental motor retardasyonlar (MMR),
  • Kas ve iskelet sistemi sorunları ile seyreden metabolik hastalıklar,
  • Omurilik hasarı sonucu gelişen kas ve sinir hastalıkları,
  • Çocukluk çağında etkili olan tüm nörolojik ve musküler sendromlar, 
  • Spina bifida, meningomyelosel gibi hastalıklar,
  • Doğuma bağlı gelişen brakial pleksus zedelenmesi,
  • Tortikolis,
  • Serebral palsi, spastisite,
  • Kafa travmaları, mikrosefali, hidrosefali gibi çok geniş yelpazedeki birçok hastalık pediatrik rehabilitasyon kapsamında değerlendirilip rehabilite edilmektedir

Pediatrik Rehabilitasyon’dan Beklentiler Nelerdir? 

Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde teknik olanakların ve bakım kalitesinin artması erken doğan bebeklerin ve risk faktörü ile doğan bebeklerin yaşam şanslarını arttırırken, özellikle serebral palsi, mental motor gerilik doğum travmaları gibi pek çok santral sinir sistemi (SSS) kökenli nöro gelişimsel hastalıkların da artmasına yol açmıştır. 

Bu bebeklerde oluşabilecek problemleri önlemek veya en aza indirmek çok önemlidir. Bu tür hastalara daha doğum salonunda iken erken müdahalede bulunulmalı, fizyoterapi ve rehabilitasyon programı gerektiğinde ise olabilecek en erken dönemde başlanmalıdır. 

Çocukluk çağında fiziksel engellilik yaratarak hareket kaybına neden olan hastalıkların önemli bir bölümü, doğru ve zamanında yapılan müdahalelerle ortadan kaldırılabilmekte veya mümkün olan en düşük seviyelere indirilebilmektedir. Tedavi gerektiren olgularda süreç sadece fizik tedavi ve rehabilitasyon ile sınırlı kalmamalı, daha pek çok eğitim ve sosyal destek programlarından yararlanılmalıdır.